Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar, tüm dünyada ve ülkemizde ceza kanunlarında yer almakla birlikte sıkça gündeme gelen suçlar arasındadır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda 102-105.maddeler arasında düzenlenmiş olup bu suçlar; Cinsel Saldırı, Çocukların Cinsel İstismarı, Reşit Olmayanla Cinsel İlişki ve Cinsel Taciz suçlarıdır.
Bu suçlar işlendiğinde ispat edilmesi de oldukça büyük bir problemdir. Bu tür suçlarda tanık olmak pek rastlanılan bir durum değildir. Maddi delil açısından ise zorlayan nokta çoğunlukla mağdurun direncinin zor kullanmaktan ziyade ilaç ve tehdit gibi yöntemler kullanılarak kırılmasıdır. Temas unsuru bulunmayan ancak cinsel nitelik taşıyan hareketlerin de ispat edilmesi aynı ölçüde zordur.
Bu suçların kanunlar ile öngörülen cezalarının ağırlığı ve bu suçun faillerinin toplum önündeki konumlarıyla mağdurların uğradıkları zararlar birbiri ile kıyaslandığında, cinsel suç iddiasına yönelik yapılan yargılama sonucu mahkumiyete ilişkin karar vermenin zorluğu net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Genel anlamda cinsel suçların ispatında, CMK’nın ispat sistemi içerisinde yer alan tüm ispat araçları kullanılabilmektedir. Örneğin kan lekesi, dna örneği, mesajlaşmalar, sosyal medya üzerinden gönderilen mesajlar, görüntüler, videolar vb. Ancak cinsel dokunulmazlığa karşı suçların ispatı diğer suçlara göre biraz farklılık arz eder. Bu suçlarda mağdur ve tanık beyanları önemli bir delildir. Beyan delillerinin değerine ilişkin Yargıtay'ın kabul ettiği ve vicdani kanaate ulaşırken kullandığı bazı kriterler mevcuttur. Bahse konu kriterleri şu şekilde sıralayabiliriz;
Mağdurun şikayette geç kalması
Faille mağdurun suçtan önceki iletişimi
Mağdurun anlatımındaki çelişkiler
Faille mağdurun ilişki geçmişi
Beyanın hayatın olağan akışına uygun olup olmaması
Mağdur ile fail arasında husumet bulunup bulunmaması
Mağdurun direnme/yardım isteme imkanı olan hallerde bu imkanı kullanup kullanmadığı
(Yargıtay’ın Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlarda İspata Yaklaşımı, Dr. Öğr. Üyesi Pınar BACAKSIZ/Dr. Öğr. Üyesi Tuğba BAYZİT)
Bu kriterlerle beraber mağdurun beyanları tüm aşamalarda samimiyetinden şüpheye düşürülecek bir tutarsızlık görülmeyen iddialar içermelidir, Beyanları birbiriyle tutarlı olmalı, ayrıntılı ve istikrarlı olmalıdır.
Mağdurun şikayetini dile getirme süresinde bazı suçlar bakımından süre sınırı bulunmamaktadır. Ancak özellikle cinsel taciz suçunda mümkün olduğunca kısa sürede hatta birkaç gün içinde beyanda bulunulmalıdır.
Yargıtay zaman kriterine oldukça önem vermektedir ve şikayette geç kalınması durumunda cinsel ilişkinin rıza ile gerçekleştiği yönünde karar verebilmektedir. Örneğin çocukların cinsel istismarına ilişkin Yargıtay 14. Ceza Dairesi, 20.03.2017 tarihli ve 2016/12325 Esas 2017/1430 Karar sayılı kararında mağdurların olaydan uzun bir süre sonra şikayette bulunmalarını, çelişkili beyanları ve intikam alacakları şeklindeki sözleriyle birlikte yorumlamıştır. (Yargıtay’ın Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlarda İspata Yaklaşımı, Dr. Öğr. Üyesi Pınar BACAKSIZ/Dr. Öğr. Üyesi Tuğba BAYZİT)
Her ne kadar Yargıtay içtihatları mağdurun fiili şikayet etmekte geç kalmasını beyanın yanlış olduğuna delalet ettiği yönündeyse de kadının içinde bulunduğu durumu da dikkate aldığı bazı kararları tam aksi yönündedir. Bu duruma örnek olarak da Yargıtay Ceza Genel Kurulu aşağıda özeti verilen kararında Türkiye'de kadının konumuna işaret ederek kadının fiili şikayet etmekte geç kalmasında beyanın yanlış olduğu yönünde yorumlamamıştır.
“…Öte yandan, mağdurenin hamileliği anlaşılıncaya kadar tecavüz olayından aile çevresine bahsetmemiş olması da cinsel ilişkinin rızaya dayalı olduğunu göstermez. Zira mağdurenin olayı açıklaması üzerine babaannesinin kolluk kuvvetlerinin yanında kendisine saldırması, bilahare amcası ile diğer yakınlarının ifadesini değiştirmesi için üzerinde baskı kurup tehdit etmeleri ve olayın açığa çıkmasından sonra mağdurenin köyde kalamayıp annesinin yanına sığınmak zorunda kalması da, önceki suskunluğunun nedeni olan öngörülerinin haklılığını ortaya koymaktadır. Kaldı ki mağdure, babasının kendisine yönelik davranışlarını güvendiği bir arkadaşına kısmen anlatmış ve evden kaçarak babasından kurtulmak istediğini de söylemiştir. Tüm bu hususlar dikkate alındığında, sanığın manevi cebir (tehdit) kullanmak suretiyle zincirleme olarak ve ayıplı bırakacak biçimde öz kızı olan mağdurenin ırzına geçtiği anlaşıldığından, yerel Mahkeme direnme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.”
Diğer bir kriter olan fail ile mağdurun suçtan önceki iletişimidir. Yargıtayca iletişimin içeriği mutlaka tespit edilerek irdelenmektedir. İletişimin gerçekte kimler arasında gerçekleştiğinin tespiti de aynı ölçüde önemlidir. (Yargıtay 14. Ceza Dairesi 19.09.2013 Tarihli 6604/9382 sayılı kararını inceleyebilirsiniz.)
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi bu kriterin değerlendirmeye alınmasında öneme sahiptir.
“… kendisini cinsel yönden rahatsız ettiğini iddia ederek hakkında şikâyetçi olduğu bir kişiyle, başvurusundan bir saat kadar sonra kendisini aradığında 228 saniye süren bir görüşme yapması, sanığın müştekinin de hazır bulunduğu duruşmada, onun isteği ile birlikte olduğunu ifade etmiş olmasına rağmen müştekinin bu hususta beyanda bulunmamış olması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın yüklenen suçu işlediği konusunda şüphe oluştuğu, bu şüphenin sanık lehine yorumlanması gerektiği, dolayısıyla sanığın beraatine ilişkin yerel mahkeme hükmünü onayan Özel Daire kararında bir isabetsizlik bulunmadığı kabul edilmelidir.” (YCGK., 15.04.2014 T., 2012/2- 1498, 2014/188)
Mağdurun anlatımlarındaki çelişkiler:
Yargıtay 5 ve 14.ceza daireleri sıklıkla beyanlar arasındaki çelişkiyi sınamakta ve ona göre karar vermektedir.
“Mağdurenin soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki tutarlı olmayan çelişkili beyanları, iddianamedeki olayın anlatılış şekli gözetildiğinde, sanığın gündüzleyin mağdurenin evine gidip zorla ırzına geçtiğine dair sübuta götüren yeterli kesin ve kanaat verici delillerin neler olduğu gösterilmeden hüküm kurulması hukuka aykırıdır" Y. 5. CD., 15.06.2011 T., 3451/4769
Yukarıda sayılan kriteler karar verilme aşamasında ayrı ayrı öneme hazidir. Keza mağdurun direnme/yardım isteme imkanı olan hallerde bu imkanı kullanıp kullanmadığı kriterine de değinmek gerekir.
Direnme olgusu ile rıza ilişkisi kavramı oldukça tartışmalı bir husustur. Mağdurun direnmediği durumlar fiile rızası olduğu anlamına gelmemelidir. Bilinmelidir ki mağdurun iradesini ortadan kaldıracak tehdit ve uyuşturucu madde kullanımı gibi bir nedenden dolayı direncinin kırılabileceği ve göstermesi gereken tepkiyi gösterememesi mümkündür. Bu hallerden rızası olduğuna yönelik sonuç çıkarmak oldukça yanlıştır. Buna bağlı olarak da direnme imkanı kriteri her somut olay açısından ele alınma
lıdır.
Sonuç olarak Yargıtay'ın beyan delillerini değerlendirirken göz önünde bulundurduğu ve irdelediği önemli kriterler bulunmaktadır. Her somut olaya göre bu kriterler değerlendirilmekte ve karar verilmektedir.
Avukat Sezen AKSU
17.11.2023

Comments